30 Eylül 2007 Pazar

hola

Bir müzisyen olarak, çaldığım enstrümanların sadece ritm üretiyor olmalarının zaman zaman sıkıntısı çektim.. Zihnime düşen doğaçlama melodiler hep bir yerlerde saklı kaldı, aman onlar da saklı kalsın ortalık melodiden kırılıyor zaten :)

Ritm adamlığı, her zaman tam olduğum şeydi. Evrenin ve kuşkulu sonsuzluğunun gizlisinde, saklısında, 4/4'lük bir ritmin bitmeyen metronomunu duydum hep. Tık tık.. Sonsuza kadar süren tınlamalar ve bu sonsuzluğa kattığımız her sessiz an, ritmi oluşturdu..

Ritm sandığımız gibi ses çıkartarak değil, sesleri keserek, akan giden basların, tizlerin yönünü değiştirerek oluşuyor bence.. Ahenk burada..

Bunların arasında da bir enstrüman ayrılıyor diğerlerinden.. Belki en karmaşık olanı, en olmadık ritmleri karşımıza çıkartanı darbuka evet ama benim için en güzeli cajon ( sanduka )..

Peru orijinli Küba çalgısı Cajon'un ilk kez limandaki portakal sandıklarının kenarlarına vurularak çıkarılan seslerden esinlenerek yapıldığı söylenir. (zaten ispanyol müziğinde kuvvetli bir "deniz" ve "liman" ekolü vardır) Telli telsiz, zilli, vs. moderlleri bastan tize geniş bir ses aralığı olan çalgıda , ön satıhın vidalarını sıkıp gevşeterek farklı sesler yakalamak mümkündür, ayrıca içindeki tellerin gerginliğini ayarlayabileceğiniz modeller cidden insanı insanlıktan çıkarır, uçurur..

İzleyin..



27 Eylül 2007 Perşembe

blogum için sıradışı bir hadise

Evet, sonunda ben de kendime ait olmayan bir yazıyı yayınlıyorum. Blogum için bir istisna, belki de bir daha olmayacak. Yine belki de yazıyı bir şekilde çoğunuz okudunuz.. Bir dönem bayağı yaygındı çünkü. Ama ekşisözlük yazarı "peder zickler"in Umut Sarıkaya'yı bile geride bırakan performansı tekrar tekrar okumaya değer.

Zaten beni tanıyanlar ne kadar Umut Sarıkaya hastası olduğumu ve yazılarında kendimi çokça bulduğumu bilir. Sizi ve yazıyı başbaşa bırakıyorum.

Bim'de Eski Sevgiliyle Karşılaşmak :

deneyimlerime göre pek fazla samimi olunmayan bir kişiyle yanyana yürümek zorunda kalmaktan sonra en fazla gerginlik yaratan hadisedir. zordur bir zamanlar sevdiğiniz kişinin blume tuvalet kağıdı aldığını görmek, çok zordur onun le cola içtiğine şahıt olmak, çok zordur...

"hayatın nereye doğru yol aldığını kestiremiyoruz. aslında insan gözü kapalı yaşıyor bence. nereye gittiğini bilmeden öylece savruluyor. bazen açıyor gözünü, bir bakıyor aşık olmuş. sonra yine kapıyor açtığında bakıyor terkedilmiş veya terketmiş. sonra yine kapıyor, açtığında görüyor ki yaşlanmış. şuursuzca geçiyor yıllar. kırışan bir yüz. ben miyim diye bakıyorsun aynaya. evet evet benim galiba".

romanım aslında harika gidiyordu. baş karakterim filip bu düşünceleri aslında kendi kendine söylüyor gibi gözükse de topluma çok saf bir şekilde yaşıyorsunuz mesajı veriyordu. mükemmel metaforlarla okuyucuyu kendinden geçirtecektim. daha ilk günden romanı yarılamıştım, hızlı yazıyordum. aslında bu gazla bitirirdim akşam ezanına kadar ama bir de baktım ki bana güç veren iki dostum da bitmiş. patito ve le porta

patito yerken kendimi muazzam bir hayal havuzunda buluyorum nedense. bana güç veriyor ve kuruyan bogazımı nemlendirmek için içtiğim le porta sayesinde de daha bir coşuyorum. ama işte filipin de dediği gibi hayat hiç de istediğimiz gibi gitmiyor.

son patitoyu da attım ağzıma ve bim'e doğru yola çıktım. zaten iki adım ötesi bim. annemin terliklerini giyip çıkayım lan dedim, kim iki saat şimdi bağcık bağlayacak. ama olgun bir erkek insanda eğreti duran şeylerin başında anne terliği geliyormuş canlar ben bunu anladım.

bim her zamanki gibi sakindi. klima çalışıyor ama soğutmuyordu. nasıl bir klima lan bu diyerek incelemeye başladım. ama görevli beni balici sandı, çünkü ayaklarımda da acayip terlikler altımda çamaşır suyu sıçrayıp da rengi atmış bir pijamayla pek de güzel bir gaspçı havası veriyordum.

"abi bu klima üflemiyor galiba" dedim. ama cevap vermedi, işine döndü. ben de doğruca patitoların olduğu yere gittim. aman allahım bu ne güzellik. bissürü patito yan yana. gel de alma. hemen iki paket aldım. zaten sudan ucuz. bir de le porta almak lazımdı. gittim onu da aldım.

tam arkamı dönüp gidecekken tanıdık bir ses duydum. pek bir tanıdık. sanki bir zamanlar kulağıma "aşkım" diye yankılanan bir ses şimdi "süt de alalım. dost süt olsun" diyordu. bir zamanlar kulağıma "seni seviyorum" diye yankılanan bir ses şimdi "yok muratbey kaşar alalım o daha ucuz" diyordu. yavaşça arkamı döndüm. patitolar ve le porta elimden yere düştü. evet, eski sevgilimdi bu.

bir zamanlar sevdiğim kadındı. bir zamanlar elele tutuşarak mal gibi gezdiğimiz kadın. şimdi nişanlısıyla bim'e gelmiş alışveriş yapıyordu. bir zamanlar aşık olduğum kadındı bu. ve alışveriş arabasında le cola, blume, dost süt, dost peynir, muratbey kaşarları gibi birsürü ürün vardı. evet bir zamanlar uğruna canımı verebileceğim kadındı bu.

ben şaşkınlıktan elimdekileri yere düşürünce bunlar birden irkildi ve hemen arkasını döndü. ben, beni görmesinler diye hızlıca aşağıya eğildim ama lanet olası bim'de raf diye bir şey yok ki. tansaş olsa arkadaki adam seni göremez ama raf yerine kolilerde ürün sergileyen bim sayesinde saklanamadım.

peki size sorarım. siz arkanızı döndüğünüzde, devekuşu gibi saklandığını sanan ama ayağında ufak numara anne terlikleriyle sıçar gibi çömelmiş ve kıç çatalı gözüken bir adam görseniz ne yaparsanız? işte onlar da öyle yaptılar. bastılar kahkahayı. yavaş ve gurur yıkılmışça ayağa kalktım. le portam mahzunca yerden bana bakıyordu. ben gibi yıkılmış, öylece yatıyordu.

gözlerine baktım. le portanın değil lan, eski sevgilimin. bana baktı, mahzun bir bakış görmek isterdim ama alay ediyordu resmen. ayaklarıma bakıyordu. anne terliği giymiş, parmakları ucundan çıkmış bir ayak. buydum işte. sen bu adamla bir zamanlar çıkmıştın. şimdiki sevgilin çok iyi giyinmiş ama bir bak bakayım ona. bim'de bu şıklık? sence de biraz samimiyetsiz değil mi? ben en azından yakışıyorum buraya. içimden geldiği gibiyim.

böyle düşündüm ama sonra hassiktir dedim. adam kapmış kızı, ben de lavuk gibi pijamayla terlikle geziyorum. kim naapsın lan beni. "nasılsın görüşmeyeli?" dedim. "iyiyim" dedi. "ne güzel" dedim. "hıhı" dedi. gittikçe gerginleşiyordu ortam. yeni sevgilisi kıllandı mı acaba diye baktım ama "nasıl olsa bu lavuktan bir zarar gelmez" düşüncesi hasıl olduğundan zerre skinde değildim herifin. adam en ucuz kangal sucuğu seçmekle meşguldu.

"niye böyle olduk biz?" der gibi baktım. "ne diyorsun?" der gibi baktı bana. "niye böyle olduk diyorum?" der gibi tekrar baktım. "ne diyorsun anlamıyorum" der gibi tekrar baktı bana. "neyse siktir et" der gibi baktım. siktir etti alışverişe devam etti. bir güle güle demeden.

gözyaşlarımı saklayarak iki poşet patitoyu ve le portamı yerden aldım ve kasaya gittim. bir de blume peçete aldım yüzlük paket, gözyaşlarımı silmek için. kasadaki görevli yine baliciymişim gibi baktı bana, "paran var mı" der gibi baktı bana, bana bakmasın artık kimse. al lan paranı der gibi uzattım, para üstü beklemeden çıktım ama sonra hemen geri dönüp şahsiyetsizce aldım paranın üstünü. tam çıkacakken fiş almayı unuttuğum aklıma geldi. dönüp onu da aldım. mina koyim, bir romantizm de yaşayamadık be.

eve giderken serkan geldi yavaşça yanıma. tek dostum, yoldaşım, üzgün olduğumu anlayabilen tek insan."abi bir şey diycem. pijamanın kıçında delik var, kıçın gözüküyor, baya bir büyük"o günden beri evdeyim. bim'e de kapıcıyı yolluyorum.

sözlük yazarı peder zickler'den.. :)

25 Eylül 2007 Salı

If I can't eat tiramisu in heaven, I will not go there

Tatlıları seviyorum.. ama kesinlikle şerbetli olanları değil.. Benim tatlılarıma uzaktan ya da yakından mutlaka süt dokunmalı.. Pasta olmalı çoğunlukla.. Kreması erimeli.. Ağır olmamalı..

Tatlıların karakterleri, tarzları olduğunu düşünürüm çoğu zaman ve onlara yakınlığımız ayrı bir ruh, ayrı bir hava katar onlara.. Leziz yemekten çok farklıdır tatlı, yemek güzel de olsa yemektir.. Ama az sonra sayacağım tatlıların güzellikleri doğalarından gelir.. Ben de bir erkek olarak güzelliği doğallığından gelen herhagi bir şeye hayır diyemem :)..

Üzerine konuşacağım ilk tatlı : Çikolatalı Cheese Cake

Cheese Cake denen hadise aslında türlü türlüdür.. Yapıldığı yer çok önemlidir.. Aslında bütün tatlılar da önemlidir yapan insanın özeni ama cheese cake'in özellikle çikolatalı olanının şöyle bir durumu vardır : bu tatlımız ağır olmaya çok meyillidir. Keyif için yenen "tatlı" gıdasının da ağır olmaya ihtiyacı yoktur efendim.. O yüzden şerbet denen şeyi sevmiyorum.. Şerbet ne demek ya.. Adlandırmaya bakar mısınız : Şerbet :) Herşeyden önce şuh bi çağrışımı var.. Neyse bu tatlı Özsüt'te güzeldir efendim.. Kesinlikle arkadaşlı ortamda muhabbet arası yenmelidir.. Yanına filtre kahve uygundur..

İkinci Tatlımız : Çikolatalı Dondurmalı Sufle

Eğer bir tatlı çikolatalı ise çikolatanın hakkını vermelidir.. İşte sufle de böyle bir tatlıdır. Sezarı öldürürsünüz ama hakkını verirsiniz. Çikolatalı Sufle benim yaz tatlımdır.. Üzerine sade dondurmanın boca edilmesini dilerim gittiğim mekanlardan.. Ardından biraz beklerim ki çikolata suflenin çatlaklarından ve kabın kenarlarından iyice aşağı süzülsün.. Kaşığı tatlıya daldırdığım anda dondurmanın sufle hücrelerine işleyerek erimesi enfestir.. Yalnız yenebilir.. Mutluluk garantidir..



Diğer bir Tatlımız : Sakızlı Muhallebi

Özünde taşra kökenli ama aynı zamanda alafranga bir bünye olmam sebebiyle hasta olduğum bir tatlıdır. Evet, bu muhallebi aşkıyla bana muhallebi çocuğu demek yanlış olmayacaktır :) Yemek sonrası tatlısıdır kendisi.. Sakızlı olması elzemdir.. Hatta bu sakızın yoğunluğu tatlının kokusunu etkilemelidir.. Kokusuyla cezbetmeyen tatlı anlamsızdır arkadaşlar.. Üstüne ılık suyunuzu içtiniz mi sizden kralı olmaz.. Sakızlı muhallebi yemekte olan bir arkadaş topluluğunun keyifli sohbetlere dalması, kahkaha krizlerine girmesi kaçınılmazdır, yan etkileri bunlardır..
:)
İçki Sonrası Tatlım : Ekler

İlginç zevklerimden biri de içki içtikten sonra tatlı yemektir.. Ama bunun için içtiğim içkinin ( ki çoğunlukla öyle olur ) mayasız bir içki olması gerekmektedir. Bira ve şarap sonrası ( ki çoğunlukla tercih etmem kendilerini ) tercihim çorba olacakken diğer içkiler türlerinde hemen ekler'e yönelirim. Sade ama güzel bir tatlıdır.. Hafiftir.. Tazeliği çok önemlidir.. Fonksiyoneldir benim için..


Ve Esas Tatlım : Tiramisu

Nasıl anlatsam, nereden başlasam.. Ruhani bir tatlı.. Her duygu vardır içinde.. Ama en çok da aşk vardır.. İtalyanlar kahveyi şimdiye kadar tatlılarına mihenk taşı yapmayan diğer bütün milletlere ders vermişlerdir bu tatlıyı keşfederek.. Bu tatlı insanı İtalyan da yapabilir, dönüştürebilir.. Nasıl yenildiği ise en önemli kısımdır.. Sevgiliyle yenilmeli ve mümkünse bu anlar bir ritüele dönüştürülmelidir.. Sevgiliye özenle yedirilen bir kaşık tiramisudan güzel kaç şey vardır hayatta ?..
:)
P.S : Şu an Ramazan ayında olmamız vesilesiyle niyetli vaziyette bu yazımı okuyan arkadaşlardan özür diliyorum.. Umarım akşam saatlerinde, iftardan sonra okuyor olursunuz yazımı..

24 Eylül 2007 Pazartesi

Puslu Kıtalar Atlası




"tui lucent oculi
sicut solis radii
sicut splendor fulguris
lucem donat tenebris" (*)

Düşlerim gerçek gibi geliyor bazen, mutlu mutlu gülümsüyorum ya da irkilerek uyanıyorum..Karabasanları bilir misiniz? Uykuda olduğunuzu bilirsiniz ya da değilsinizdir bilemezsiniz hiç bir şeyi.. Ama kaçamazsınız, yatakta kalırsınız.. Gözlerinizi açmaya çalıştıkça daha fazla kapanır.. Gariptir.. Hiçlik de çok garip..

Düşü ve gerçeği neyin ayırabileceğini ben bilmiyorum.. Şimdi harflere dokunurken belli belirsiz, belki de bir düşteyim.. Gittiğim yerleri, tanıdığım insanları geçiriyorum zihnimden, zihnim bir günlük sanki..

Doğaçlama yazmak istiyorum.. Öykülerimde olduğu gibi kurgular yapmadan.. Öykülerimde insanları düşlüyorum, yazılarımda var oluyorlar.. Sonrasında bırakıyorum ama onları bir köşeye, sizlerle paylaştıkça var olacaklar belki de.. Onlar benim düşüm, onların da düşü sizlersiniz..

Yazar İhsan Oktay Anar gibi mırıldanıyorum : "dünya bir düştür.evet, dünya...ah! evet, dünya bir masaldır"

(*) "senin karanlıktan uzak erdemli gözlerin güneşin ışıkları gibi parlıyor"

23 Eylül 2007 Pazar

Farklarımız çalındı..



Fotoğraflarıma bakıyordum bilgisayarda iki fotoğraf dikkatimi çekti. Ki hangi ruh hallerinde eski fotoğraflara bakılır ayrı bir yazı konusu :) Üstteki fotoğraf Rock n Coke 2006, alttaki ise Rock n Coke 2007'den.


İki fotoğraf arasındaki yedi farkı bulun diyemiyorum. Sayamayacağım kadar çok fark var. Mesela 2007'de daha kelim, 2006'da sakalsız cidden bir şeye benzemiyorum :) Sayamayacağım kadar çok fark var iki fotoğrafta ama aynı zamanda hiç fark yok. Yine serin bir haftasonu, güzel bir ambians, yanımda sevdiğim dostlarım mutluyum vs vs..

Ama iki sene arayla "aynı"yı yaşıyorum. Hatta bütün albüme baktığım zaman farklı duyguları farklı fotoğrafları bulamıyorum. Belki de hiç birimiz bulamayacağız kendi fotoğraflarımızda farkları. Aynıları yaşayınca, aynılar görüntüleniyor, farklarımız çalınıyor.

Bu bir devre, hayatımızın devrelerinden biri. Benim için bu devre universiteyi kazanmamla başladı. Haftasonları özellikle cumartesi günlerinde mekanlara gidiyoruz, pazar mangal yakıyoruz, haftaiçi bir gün yine atıyoruz kendimizi bi cafeye, çoğunlukla konser, çoğunlukla sinema, tiyatroya arada gidiyoruz, eve dvd alıyoruz, aktiviteler planlıyoruz.. Karbon kağıtlar koyuyoruz günlerin arasına.

Çok eğlendiğimiz, çok güldüğümüz günler oluyor. Ama bu devir de bitecek. Muhtemelen evlenip, çoluk çoçuğa karıştıktan sonra başka bir otomatiğe bağlayacağız. Yine mutlu olacağız ama yine "aynı" olacağız. Sıkışacağız aslında.. Çocuklarımız da daha kötü dünya şartlarında, daha feci "aynı"lara mahkum olacak belki.

Çağlar, insanlar, devirler farklarını yitirecek, gelecek geçmişe benziyor olacak belki de. Elimizde zamandan ve hayattan başka ne var ki ?

8 Eylül 2007 Cumartesi

İki yıldır uyuyan Deniz

Beni tanıyanlar, bir şekilde hayatıma dahil olanlar, arkadaşlarım ailem size net bir soru sormak istiyorum. Hayatınızda günün 24 saatlik dilimlerinin herhangi birinde uyuyor olarak bulduğunuz benden başka bir insan var mı ? :)

Farkındasınız değil mi ? Her an uyuyor olabilirim, herkesin uyanık olduğu akşam sekizde örneğin. Haftasonları dışarıda hava ne kadar güzel olursa olsun, öğlen saat 3'te.. Veya ortalık 40 derece sıcakla yanarken, insanlar oturamıyorken terlemekten ben uyuyabilirim.

Neden ? Çünkü seviyorum ya :) Yani uyku gibisi var mı sorarım ey dostlar, bir şey bu kadar mı güzel olabilir.

Çılgın ve aşmış kişilik Şahan'ın aşağıdaki videosu beni anlatıyor.

Bugün öğleden sonra yine uyuyor olacağım. Beni ararsanız bilin ki böyle bir adam açacak telefonu :)

7 Eylül 2007 Cuma

Sith'ler yetişirken

İlkerle yeni olayımız distribütördeki focus cihazıyla...

Bi dakka, bi dakka, cümleyi yarıda kesmek zorundayım, çünkü bu projeksiyon cihazına benden başka focus diyen var mı merak ediyorum şu koca ülkede :) Kesin vardır. Focus demek odak demek, nereye odaklanıyorsun da deniz birader, görüntüyü ekrana yansıtan cihaza, bazı zamanlar cihazını da atarak sadece "focus" diyosun :P

Millet olarak hakikaten inanılmaz bi milletiz, herhangi bir şeye istediğimiz yakıştırmayı yapabiliriz özgürce, ben de bu rahatlığımıza oldum olası bayıldım. Çok seviyorum ülkemi çünkü bu kadar orjinalliği başka bir diyarda bulamayacağımı çok iyi biliyorum.

Geçenlerde Rock n Coke alanında sordu İlker, "Ayranla votka içen kaç yurdum insanı vardır?" Yani bu soru karşısında donakaldım cevap veremedim, çünkü cidden vardır di mi, cidden bu kadar uçuğuz :)

Benim de sorularım var, mesela Kokoreç'i dünyada geliştiren bi millet olmamız tesadüf mü ? Kesinlikle değil, bu tür işler bizim işimiz. Bu kokoreç o kadar bizden bi durumdur ki, bi İzmir akşamı arkadaşlardan biri, yanında kız arkadaşı varken şaşırıp Kokoreççi amcaya dönerek :

"Aşkım bir yarım alabilir miyim?" diye sormuştur. Yani o kadar yüreğindedir o benim hiç bir zaman sevemeyeceğim besin, Kokoreççi amca da dönüp "Hemen aşkım" diye karşılık vermiştir, İşte ben yurdum insanının bu güzelliklerine hastayım.

Yurdum üniversite öğrencisi mesela, dolmuşta arka koltuktaysa, ve eli cüzdana attığında hiç bozuk bulamazsa içini dert tasa kaplar neden mi ? Çünkü dolmuşçuların sağı solu hiç belli olmaz. Dolmuş hareketinden beş dakika ya geçer ya geçmez gevrek bi sesle "Evettt var mı ücretini gönderemeyen?" diyen bu amcalar ya da abiler hadi olmadı kardeşler, siz ona 20 YTL yollarsanız en arkadan, unutmuşçasına yarım saat yollamazlar para üstünü. Umursamazca bakarlar aynadan, en arkada kilitlenirsiniz ama diyemezsiniz ki benim bi 20 vardı. Farzedelim Taksim-Ziverbey dolmuşundasınız geri alacağınız 15 melyon 250 bin lira gözünüzde büyür. Ama siz geçiktirirseniz dolmuşçu hemen patlatır "Evet,ücretini gönderemeyen" :) Abi neden gönderemeyeyim gözünün yağını yiyim :)

Mesela bi Türk çizer, bi karikatür çizerken iki fransızı şu şekilde hayal edip, bunu kağıda dökebilir.. Ve bu karikatürleri yine ancak biz çizer, bunlara yine ancak biz koparız :)

Neyse ne diyodum, ha İlker'le yeni olayımız Distribütörde sabahları sunum için kullandığımız projeksiyon cihazını duvara yansıtıp film aktivitelerine sarmak. İlk gösterimi perşembe akşamı gerçekleştirdik ve Star Wars şölenine başladık. Biz iki star wars manyağı, iki Sith lordu, sevgili Aslı'ya bu seriyi enjekte etmeye başladık. İlk filmin sıkıcılığına, bnm 80 bin kere izlenip bozulan dvd'ime rağmen iyi bi hava yakaladık.

Artık "Sith Lord"ları olarak bir "Apprentice"e sahibiz.

Yazımı Darth Revan adlı bir Sith Lord'unun Jedi'lara söylemiş olduğu bir cümleyle noktalamak istiyorum : "They shall join us... or consumed by us"

Sith'ler ne manyak adamlardır ( bu arada bilmeyenler için en ünlüsü Darth Vader ), consume da ne güzel bi kelimedir, güzel dil ingilizcenin ekstra estetik bi kelimesidir.

Sevgiyle Kalın :)

3 Eylül 2007 Pazartesi

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım..


Yarın yeni bir sabaha uyanacağım..


Bu akşam hayatımda ilk defa rüzgarı hissettim.. Evet, evet bütünüyle rüzgarı.. Tenime değdi önce, teğet geçti, bazen hiddetlendi ben yürürken, bazen usulca dokunarak geçti yanımdan..


Ama özgürdü rüzgar, akıyordu sürekli, bir insandan aldığını başka bir insana götürüyordu. Tenleri değil sadece duyguları, düşünceleri birleştiriyordu..Bir oluyordu bütün canlılar rüzgarın kollarında..


Yarın yeni bir sabaha uyanacağım.. Özgür olacağım,arınmış.. Yeniden başlıyor olacağım her şeye. Ardımda bırakılması gerekenleri bırakarak.. Yaşadıklarımı görerek ve her zamankinden güçlü, her zamankinden dik durarak..


Rahatlamış hissediyorum kendimi.. Rüzgarın, havanın rahatlaması olduğunu bu akşam anladım.. Onu sevdiğimi, durağan günlerden, yağmurdan, kardan, ya da doğayla ilgili her şeyden çok daha fazla sevdiğimi bu akşam anladım..


Belki o yüzden yarın sabaha yeni bir Deniz uyanacak, belki de sadece zamanım geldiği için..


Bir süredir bir gariptim dostlar biliyorum.. Dalıyordum uzaklara, sizi canlı tutan enerjimi göremediğiniz anlarda endişelere düşüyordunuz.. Alıştığınız Deniz biraz da değişerek aranıza dönüyor artık.. Güleceğim.. Belki bir süre sadece gülümserim ama yılların kahkahalarının o kadar da hatrı olsun öyle değil mi :) İdare edeceksiniz bir süre daha suskun hallerimde kısa bir süre daha..


Yarın yeni bir sabaha uyanacağım.. Artık sadece huzur istiyorum çünkü.. Sadece en saf haliyle huzur..Bu kadar genç yaşta insan ilişkilerinde dönen entrikalardan sıkıldım.. Başkalarından, bu ne dedi, şu nasıl düşünür, bu hareketin anlamı nedir, bu sözüyle aslında ne demek istedi vs vs.. Bunların hepsini bir kenara bırakıyorum.. Sadece huzurum ve ben varız bundan sonra..


Rüzgarla bir şeyi daha hissettim bugün.. Daha doğrusu birini.. Hiç tanışmadığım 'kadınım'ı bugün hissettim ilk kez, hiç görmediğim, hiç dokunmadığım 'kadınım'ı.. Yıllardır birbirimizi arıyoruz belki de hiç bulamayacağız.. Ama rüzgar bugün tenlerimizi, duygularımızı birleştirdi.. O yüzden beni bulduğun zaman hazır olacağım tatlım :)


Kısa ömrüme rağmen çok şey gördüm 'kadınım', çok şey yaşadım.. Mesele 'Aşk'sa çok can acıttım, çok canımı acıttılar.. Ama artık bitti.. Nasıl günahsız olmadığımı biliyorsam bu seyyarede, yarın sabah gerçekleşecek uyanışımdan itibaren de kimsenin günahsız olmadığını biliyor olacağım. Sen de günahlarınla geleceksin bana belki de.. Birbirimizde arınacağız..


Seni tanımıyorum kadınım hiç görmedim, ama biliyorum bana nerelerdesin diye soruyorsun şu an.. Bu akşam bana uğrayan rüzgarın sana da dokunduğuna eminim, o yüzden rahat ol, buralardayım yani, buralarda olacağım..


Yarın yeni bir sabaha uyanacağım.. Bana naber nasıl gidiyor diye soran hayata.. İç güveysinden halliceyim senden naber diyeceğim :)


Yarın yeni bir sabaha uyanacağım.. Dik, vakur, huzurlu bir sabaha..


Ve şu büyülü sözleri tekrar edeceğim..


'Her gün bir yerden göçmek ne iyi.

Her gün bir yere konmak ne güzel

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş

Dünle beraber gitti, cancağzım

Ne kadar söz varsa düne ait

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım'