11 Temmuz 2007 Çarşamba

smells like home


Bizler çocukken dünyanın kokusu farklıydı sanki. Yediğimiz abur cuburlar daha mı şekerliydi? Yağmurlar daha mı ıslatıcıydı?

Çocukken evlere özgü markalar vardı mesela yerli komik isimleri olan.. Sonra bizler daha evdeydik.. evle daha iç içeydik.. Eve aittik o da bize. Hayır, işin kırıldığı nokta sandığınız gibi çalışmaya başlamamız değil. Çalışmaya başlama, eve yorgun dönme ne yapacağını bilememe ve günlerin öyle geçmesi değil mesele.

Babalarımız annelerimiz de çalışıyordu. Ama onların işi, eve geldikleri an bitiyordu. Tabi bizlere göre çok daha makul saatlerde dönüyorlardı işten. Bazen sırf bu yüzen birbirleriyle didişecek yeterli vakitleri oluyordu :) Bu bakış açısından günümüz ilişkilerinin daha güzel olması gerekiyor aslında. Vaktiniz az, sevin arkadaşım birbirinizi :)

Yine ebeveynlerden gidersek, onlar çocukluklarını daha toprakta daha doğada geçirdikleri için, köylerini özlediler hep. Piknik gibi etkinliklere yatkın oldular. Yine daha sosyal, daha rahatlardı çünkü hayata bize göre çok daha gözü kara çok daha erken yaşta başlamışlardı. Bu yüzden trip nedir bilmezler mesela tavır nedir kafaları almaz. Doğrular yanlışlar ve mücadele çok açıktır.

Onların çocukluk özlemleriyle bizimkiler farklı, kötü demiyorum sadece farklı. Biz çocukluğumuzdaki evleri sokakları özlüyoruz.

Eski reklamların jingle’ları hatırladıkça çok sevimli geliyor insana. “Mintaxla canım mintaxla” “Eriyip gitmez fax çabucak bitmez fax” “Eti pufum tatlı aşkım benim yumuşak tatlım” Yok şimdi böyle güzellikler ekranda. Billur tuz reklamı yok örneğin. Zamanında, tek kanallı dönemde tuz reklamı varmış düşününce şaka gibi değil mi?

Çizgi filmlerimiz de ayrı bir tattı bizim için, susam sokağı da. Bir kere gündüz kuşağı denen şey çocuklara ait olurdu. Saçma sapan yaratıkları olan Japon çizgi filmleri çıktı gençlik bozuldu. Gündüz programları menopozlu teyzelere kaldı, 90 küsur model çocukların play station’ları var sadece.

Bizim çocukluğumuz sokaklardan o kadar kopuk değildi ama. Biz misket oynardık deli gibi, kızlar da ip atlardı. O iplerdeki kombinasyonları hatırladıkça dehşete düşüyorum. Bildiğin cambazlıktı. Mahalle maçlarında yaşanan rekabeti ben hiçbir profesyonel futbol maçında göremedim. Yenilen gol, üçüncü kornerden yapılan penaltının acısı, suçluluğu... İnanılmazdı. Çocuk da olsan insanlarla birlikteydin. Serseri mayın gibi bacağı kolu yarar gelirdin eve. Anneden yenilen azarın bile tadı başkaydı o haldeyken.

Evlerdeki, sokaktaki koku da kayboldu artık. Babamın gözlerine baktığımda derinlerde köy özlemini, “çocukluğunun köyünün” özlemini okuyabiliyorum. Yaşlanınca biz yukarıda anlattığım ev ve sokak çocukluğunu ne kadar özleyeceğiz merak ediyorum. Yine de annelerimizin gidecek bir köyleri var şu anda. Bizim yaşlılığımıza kalır mı sokaklar?
Photos by İlkay Çanakkalelioğlu ;)

1 yorum:

benzai-ten dedi ki...

deniz, senle biraraya geldimizde en çok konuştuğumuz şey bu"ne mutlu bi çocukluğumuz varmış" dialogudur ve bloguna da bunu taşıman çok güzel olmuş.efenim denizin bir cookie monster olduğunu buradan cümle aleme duyuruyorum.karizmana karizma ekledim artık denizcim:)