12 Temmuz 2009 Pazar

Rekabetin Troykası

Çoğumuz üç büyüklerden birini tutuyoruz. Bazılarımız çocukken şampiyon olduğu için, bazılarımız ailesinden, bazılarımız nasıl olduğunu hatırlamadığımız nedenler ötürü üç İstanbul takımından birini destekliyoruz.

Futbol benim için bir tutku yakından tanıyanlar zaten biliyor. Galatasaraylı olduğumu da biliyorsunuz. Klasik sorulara ve sonuçlara dalıp klişelerin ortasına düşmeye niyetim yok bu yazıda. Yani Galatasaray, Fenerbahçe ya da Beşiktaş taraftarlarının varsa bir ortak özelliği buradan genellemeler yapacak değilim.

Çünkü ülkemizdeki rekabet diğer futbol ülkelerindeki gibi semboller, mezhepler, ırklar veya şehirler yüklemiyor bu üç takımın üstüne. Üçü de İstanbul'dan çıkmış, üçü de birbirine çok benziyor, üçü de çok büyük olduğunu iddia ediyor.

Bu yazıdaki motivasyonum büyüklük ya da başarı tartışması da değil. Üzerine konuşmak istediğim olgu takımların yıllar içerisinde belli bir futbol karakteri kazanması, bu karakteri yaşatması ve taraftarlarının bilinç altında bir futbol zevki şablonu oluşturması.

Şu an transfer dönemindeyiz ve bu dönemde gerek takımların transfer politikaları, gerekse taraftarların yapılan transferlere verdikleri tepkiler uzun yıllar boyunca oluşmuş futbol karakterlerinin izlerini taşıyor.

Öncelikle Galatasaray'dan başlayalım. Galatasarayın ekolü Alman futbolundan çok etkilenmiş. Yüksek ihtimal 86'da teknik direktör olarak Jupp Derwall ile başlayan 93'te Karl Heinz Feldkamp ile şekillenen karakter günümüzdeki Galatasaray kulüp ve taraftar reflekslerini belirledi diyebiliriz. Örneklemek gerekirse Sarı Kırmızlı taraftarlar hep tam bir takım oyunu görmek isterler sahada. Bireysel yeteneklerden çok takımda herkesin başarı için son dakikaya kadar çabalaması esastır ve takım oyununun en önemli yükünü orta saha oyuncuları taşır. Bu yüzden taraftarlar en çok orta saha oyuncularının transferlerine sevinir, yeri geldiğinde en fazla onlar eleştirilir.

Fenerbahçe'de ise nereden geldiğini tam bilemediğim bir Brezilya ekolü var. Bu takım şu andaki gibi Brezilyalı futbolcularla dolmadan önce de böyleydi. Özetle Fenerbahçe taraftarı sahada şov görmek ister, mutlaka farklı galibiyet alınmalıdır, tek farklı galibiyetler Fenerbahçe'ye göre değildir. Ve bu yüzden Sarı Lacivertli taraftarlar en çok santrafor transferlerinde heyecanlanır, Fener de Cimbom'un parayı orta sahaya yatırmasının benzeri çok pahalı santrafor transferlerine imza atar. 14 milyon euro'luk Guiza transferi gibi.

Beşiktaş'ta ise Gordon Milne ile başlayan bir İngiliz ekolü var diyebiliriz. Beşiktaşın bildiğimiz sportif başarılarının çoğu Milne döneminden sonra yaşandığı için bu karaktere çok şaşırmamalıyız aslında. Bu ingiliz sistemi ise kanat oyuncularını ilk sıraya taşır ve bu oyuncuların yaptığı ortaları gole çevirecek karambol santraforlarını. Bir düşünün Beşiktaş'ta başarılı olan forvetleri, İlhan Mansız'dan Feyyaz'a, Pascal Nouma'dan Nobre'ye hepsi tek topla gol atan ceza saha fırsatçısı karambol santraforlarıdır.

Yöneticilerin içine işlemiş bu anlayışlarla aslında bir kısır döngü içerisindeler. Bu sene merak edilen Galatasaray'ın Hollandalı teknik adamı ile total futbola göz kırparak bu tarzı değiştirip değiştirmeyeceği ? Galatarasay'ın olası tarz değişimi belki diğer kulüp teknik direktörlerini de rahatlatacak ve belki de o zaman Türk Futboluna yön veren karakterlere kavuşacak kulüplerimiz. İhtiyacımız olan bu transfer motivasyonu miraslarından kurtulmak ve takımları daha dengeli kurmak.

Hiç yorum yok: