9 Mart 2008 Pazar

İstanbul'da İstanbul'dan kaçmak


Bu şehirle ilgili anlayamadığım durumlardan biri, haftasonları ha keza alışveriş merkezlerinden birine yolunuz düşerse otoparkında yer bulamamanızdır. Zaten kalabalıktan sıkılmıyor mu bu insanlar, neden bir de haftasonunu burada öldürüyorlar diye sorarım..


Bir başka haftasonu dramı da Anadolu-Avrupa sahil hattında yaşanır. Hele bir de hava güzelse, kafa dağıtma, yenilenme turu tam bir işkenceye dönüşür, insandan ve trafikten.. İnsandan ve insana dair ne varsa ondan nefret edersiniz vs vs..


Bu hallerden uzak kalmanın çaresi ise İstanbul dışına kaçmak diye klişeleşmiştir. Hayır sevgili okuyucu tek olasılığımız bu değil. İstanbul dışına çıkmadan İstanbul'dan kaçmak mümkün.

Bu haftasonu sevdiceğimin karadenizli olmasından sebep Beykoz ilçesine bağlı Kulindağ'daki dağ evi-restaurantına gittik. İstanbulu Atlas dergisi muhabiri gibi araştıran ve bize yeni mekanlar sunan İlker'e de buradan teşekkürlerimi iletiyorum. Rakılar içildi yine hoş sohbetler edildi ama en güzeli, karadeniz havası alındı, doğayla kucaklaşıldı, bünyeler kendine geldi. Bu şehrin çilesi anca böyle çekilir dostlar, sevgili yanıbaşındayken doğa ve rakıyla bütünleşerek..

28 Şubat 2008 Perşembe

Kaldırımlar Biliyor

Hayatı sorgularken, ben kimim diyerek aynanın karşısına dikilirken, "ne olmaya geldim nasıl oldum ben" melodilerini mırıldanırken, genelde unuttuğumuz husus yaşadığımız dönemin bizi nasıl etkilediği, nasıl şekillendirdiği ?

Kuşaklar arasındaki ilişki dediğimizde aklımıza gelen : "yeni"nin eskiye özenip kendi tarzını bulmaya çalışırken,"daha yeni" olana kuşkuyla yaklaşmasıdır.

60'lar, 70'ler, 80'ler ve hatta 90'lar dediğin anda sevgili okuyucu benim aklıma oldies but goldies partisi gelmiyor, bunlar bildiğimiz kuşaklar.

Dönemlere damga vuran kitlenin o dönemin 18-25 yaş grubu olduğu düşünüldüğünde 2000 kuşağı olarak adlandırılmamız daha doğru. Peki 2000 kuşağı nedir ? Efendim bütüne baktığınızda bir numarası yoktur. Vasatız dönem olarak.

O yüzden bugün konuşmak istediğim anlatmak istediğim jenerasyon 60'lar. Bu adamlar yıkılıyordu her yönden. Müzikte, edebiyatta, felsefede, yaşam tarzında,bilimde, hayata bakış noktasında bizden fersah fersah güzeldiler.Şekerdiler, tarzdılar. Öyle giyinirlerdi, öyle yaşarlardı.. Günü düşünülerdi önce ama geleceği dair sözleri de vardı. Sezen Aksu'nun deyimiyle "ne güzel çoçuklardı" ve yine onun deyimiyle artık sadece "kaldırımlar biliyor.."

Bir düşünün Pink Floyd, Beatles, Doors gibi gruplar inanılmaz derinlikte sözlere sahip ilk defa bulunan kalıplarla, melodilerle unutulmaz şarkılar besteliyorlar. Kuşaklar boyunca dinlenecek tekrar tekrar cover'lanacak parçalar bunlar..Ve siz o devirde bunların bestelenişine şahit oluyorsunuz. Bir Beatles albümü bekliyorsunuz ertesi hafta çıkacak..Şaka gibi değil mi?

Dönemin yaşayan filozof yazarları Sartre,Camus bir makale yazıyor, herhangi bir söz söylüyorlar. Gün içerisinde gerçekleşiyor bütün bunlar ama bir kaç gün sonra duyuyorsun çünkü insanların arasında güzel mektup mesafeleri var. Ölümsüz olacak cümleler.. Hepsine şahit oluyorsunuz.. Hepsini o an siz de yaşıyorsunuz, yaşatıyorsunuz içinizde..

Biri bir gün aya çıkıyor düşünsenize.Haftaiçi bir gün atıyorum bir perşembe, 3 4 astronot aya ayak basıyor. Siz yaşıyorsunuz o heyecanı.. 40 yıl geçmiş artık aya adam da yollamıyoruz. Hevesimiz, tadımız kalmamış evrene karşı. Fizikçiler o kadar hararetli mi artık evreni çözme adına? Ya filozoflar, soru sormanın önemli olduğunu unutmuşlar, ya da varlar mı, varlarsa neredeler ? Bana birisi şu ülkede şöyle bir filozof var, yaşıyor desin lütfen, kuşaklar boyunca yaşayacak düşünceleri desin.. Yok.. yok..

Yazarlar peki ? Felsefi alt yapının neresindeler ? İnsanlığa dair ne üretiyorlar, devirlerini nasıl süzüyorlar ? Aşk romanları yazmak değil mesele.. Tıkalı kalmak değil.

Müzikten başladık örneklere, diyeceksiniz ki inanılmaz gruplar var abi şimdi de, ne biliyim placebo var muse var.. Ever süper gruplar, ben de çok beğeniyorum ama sözlerindeki derinlik nereye kadar iniyor.. İnsanoğlu keskin müzik kulağıyla her zaman güzel müzikler yaratacak.. Güzel cümleler, iyi kurgular bulup kitaplar yazacak.. Görüntüyü başkalaştırıp iyi filmler yapacak belki ama derinliği kaybettik..

Kaybediyoruz demeyi isterdim.. Şimdiki zamana atmayı isterdim işi.. Hala umut var demeyi.. Ama artık benim de şu an içinde eridiğim internet ve eğlence çağında tekrar derinleşme şansımız yok..Seni belki seviyorum sayın okuyucu iyi bir insansın ama üzgünüm kuşağımızı sevmiyorum..

Kaldırımların sesine kulak veriyorum o yüzden.

27 Ocak 2008 Pazar

Hadi bebek, gidelim





"Ela gözlüm benle gitmek dilersen
Eylen güzel eylen bile gidelim
Yel vursun erisin dağların karı
Koyun kuzu melesin de gidelim

Irak derler Karaman\'ın ilini
Köprüsü yok geçemedim selini
Menevşe yaylanın perçem belini
Lale sümbül bürüsün de gidelim

Karacaoğlan der ki geçti ne fayda
Merhamet kalmadı yaksula bayda
Bu ayda olmazsa gelecek ayda
Onbir ayın birisinde gidelim "


Türküleri unutmak sorun değil aslında, neleri unutmuyoruz ki.. ama bazı türkülerin sözlerini unutmak kayıp, ben de yukarıdaki Karacaoğlan türküsünün sözlerini yeniden hatırladım.. Özlemimi tanıdıktan sonra..

Hayallerimi çoğaltıyorum seninle, gelecek korkularımı raflara kaldırıyorum, kötü sesimle şarkılar söylüyorum, yatağa uzandığım zaman daha fazla dinleniyor, yürüdüğüm zaman daha fazla yoruluyorum..

Daha fazla,daha dolu ne demekmiş seninle keşfediyorum.. Düşlediğim hayata, yazıya adanmış hayata seninle ulaşabileceğimi biliyorum bebek.. Yazdıklarımın ve yazacaklarımın nedeni sensin çünkü..

Bu ayda olmazsa gelecek ayda 11 ayın birisinde gidelim o yüzden.. Hadi bebek gidelim :)
PS : Illustrated by Özlem Karakurt

5 Ocak 2008 Cumartesi

bir nevi günlük vol.II

Sevgili blog,

Son 3 gündür yeni distribütör kurulumu nedeniyle cidden çok yorgun hissediyorum kendimi. İşin aslı beni güzel bir masaj paklar şu dakikada.. Ama yorgunluğumu unutturacak asıl şey olası bir masaj değil onun güzel gülüşü olacak eve dönünce.. Sonra dışarı çıkılacak dostlarla buluşulacak, özlemiş gözleri/m ile seyyare benzer açılardan izlenecek..

Hayat sürprizlerle doluymuş hakikaten, tatlı sürprizlerle.. ben bunu anladım..

Deniz